Siyaset, bir toplumu organize etme, yönetme ve ortak hedeflere taşıma sanatıdır. Ancak siyasetin icra ediliş biçimi, uygulayıcılarının niyetine göre büyük bir ahlaki ayrışma gösterir: Bir yanda kamusal hizmet idealine adanmışlık, diğer yanda ise gücü kişisel zenginleşme ve ikbal aracı olarak kullanma eğilimi. Bu iki yaklaşım arasındaki derin farklar ve bunların toplumlar üzerindeki kalıcı etkileri, her daim siyasetin temel ahlaki sorunsalını oluşturmuştur.
I. Halk İçin Siyaset: Yönetimin Asil Misyonu
Halk için siyaset, siyasetçinin kendini toplumun bir hizmetkarı olarak konumlandırdığı, bir nevi "devletin emanetçisi" olduğu yaklaşımdır. Bu siyaset felsefesinin temelinde, ortak iyiliği (res publica) maksimize etme amacı yatar.
Liyakat ve Evrensel Adalet: Halk için siyaset yapan bir yönetimde, atamalar ve terfiler kişisel sadakate değil, liyakat ve yetkinliğe göre yapılır. Kanunlar, makam sahibi veya sıradan vatandaş ayrımı yapmaksızın, herkese eşit ve adil bir şekilde uygulanır. Adalet, sadece bir ilke değil, yönetimin temel işleyiş mekanizmasıdır.
Şeffaflık ve Hesap Verebilirlik: Kararların alınış süreçleri halka açıktır. Kamusal kaynakların nasıl kullanıldığı şeffaf bir şekilde denetlenebilir ve siyasetçiler, eylemleri ve harcamaları konusunda halka ve denetleyici kurumlara karşı tam bir hesap verebilirlik sorumluluğu taşır. Bu, vatandaşın yönetime olan güvenini tesis eden en önemli unsurdur.
Uzun Vadeli ve Kapsayıcı Planlama: Günü kurtarmaya yönelik popülist vaatler yerine, eğitim, sağlık, çevre ve altyapı gibi alanlarda ülkenin geleceğini güvence altına alacak, nesiller arası adaleti sağlayan sürdürülebilir ve uzun vadeli politikalar önceliklendirilir.
Bu yaklaşım, toplumsal barışı ve ekonomik refahı güçlendirirken, siyaset kurumunun itibarını da yükseltir.
II. Kişisel Çıkar İçin Siyaset: Gücün Deformasyonu
Kişisel çıkar için siyaset yapanlar ise, iktidarı bir hizmet yeri değil, bir ganimet veya imtiyaz alanı olarak görürler. Bu yaklaşımda siyaset, bireysel veya dar bir grubun ekonomik ve siyasi gücünü artırmanın bir aracı haline gelir.
Nepotizm ve Yolsuzluk (Rent-Seeking): Liyakat göz ardı edilir; makamlar, ihaleler ve avantajlı pozisyonlar sadık çevrelere ve aile bireylerine dağıtılır (nepotizm). Kamusal kaynaklar, yasal düzenlemeler yoluyla, siyasetçinin kendisine ve destekçisi olan iş çevrelerine aktarılır. Bu durum, yolsuzluk ve kaynak saptırma kültürünü besler.
Gizlilik ve Baskı: Şeffaflık yok edilir; kararlar gizli kapılar ardında alınır ve hesap verme mekanizmaları etkisizleştirilir. Siyasi gücü korumak adına, medya ve sivil toplum üzerindeki baskı artırılır, eleştiri bir tehdit olarak algılanır.
Kısa Vadeli Popülist Manipülasyon: Halkın gerçek sorunlarını çözmek yerine, dikkat dağıtıcı ve duygusal popülist söylemlerle kısa vadeli siyasi kazanımlar hedeflenir. Bu, ülkenin ekonomik ve sosyal yapısında kalıcı hasarlar bırakma pahasına yapılır.
Bu tarz bir siyaset, devlet kurumlarının işlevselliğini bozar, ekonomik eşitsizliği derinleştirir ve halkın adalete olan inancını zedeler. Sonuç, genellikle toplumsal kutuplaşma ve kurumsal yozlaşmadır.
Sonuç: Ahlaki Pusulanın Önemi
Halk için siyaset ile kişisel çıkar için siyaset arasındaki fark, özünde ahlaki bir farktır. Siyasetçinin makamına bakış açısı bu ayrımı belirler: Hizmet etmeyi mi, yoksa hükmetmeyi mi seçtiği.
Tarih, uzun vadede başarıya ulaşan, vatandaşlarının güvenini kazanmış ve kalıcı bir miras bırakmış yönetimlerin, daima halkın iyiliğini kendi kişisel çıkarlarının üzerinde tutan liderler tarafından kurulduğunu göstermektedir. Bir ülkenin gerçek refahı ve gücü, binaların yüksekliğinde değil, siyasetçilerinin liyakate, adalete ve şeffaflığa olan bağlılığında yatmaktadır. Siyasetin asil görevi, bu ahlaki pusuladan sapmamaktır.
Sevgiyle Kalın.