Antik Roma’dan Goebbels’e, Musk’tan CHP’ye: Algı Yönetiminin Dönüşen Stratejileri ve Etik Krizler
İnsanlık tarihi, sadece savaşlarla, icatlarla ya da devrimlerle değil; hakikatin nasıl sunulduğuyla da şekillenmiştir. Antik Roma’dan bugüne kadar, kitleleri yönlendirme sanatının ya da daha doğru bir ifadeyle “algı yönetiminin” değişen yüzünü izliyoruz. Bu uzun tarihsel yolculukta medya, yalnızca bir aktarıcı değil; çoğu zaman gerçekliğin yeniden üretildiği bir sahne haline gelmiştir.
Roma döneminde gladyatör dövüşleri yalnızca bir eğlence değil, halkın dikkatini sosyo-politik sorunlardan uzaklaştıran birer algı aracıydı. Halkın gözünü kanla, gösteriyle ve hamasetle doyurmak, eleştirel düşünceyi bastırmanın en etkili yoluydu. O dönemden bu yana “gösteriyle örtme” taktiği değişmedi; yalnızca araçlar dijitalleşti, anlatılar daha rafine hale geldi.
20. yüzyıla geldiğimizde ise bu kavram, Joseph Goebbels ile birlikte kurumsallaştı. Nazi Almanyası’nın Propaganda Bakanı olarak, iletişim araçlarını kullanarak toplumu nasıl tek bir düşünceye yönlendirdiğini tarih unutmadı. Goebbels’in “yeterince büyük bir yalanı sürekli tekrar ederseniz, insanlar ona inanır” anlayışı, modern iletişimin karanlık kodlarını yazdı.
Bugün bu karanlık kodları tekrar çözümlememizi gerektiren iki figür var: Donald Trump ve Elon Musk. Trump, seçim dönemlerinde sosyal medyayı miting alanına çevirdi. Gerçekle yalan arasındaki sınırı bulanıklaştırarak, hakikatin değil, yankının peşinden giden bir seçmen kitlesi oluşturdu. Musk ise platform sahibi olmanın verdiği güçle sadece içerik değil, algının bizzat zeminini yönetme kapasitesine sahip oldu. Bu ikili, dijital çağın Goebbels’leri olmasa da, en az onun kadar etkili “algı mimarları” haline geldi.
Peki Türkiye’de bu tablo nasıl okunmalı?
Özellikle son yıllarda CHP üzerinden yürütülen tartışmalar, medya ve siyaset ilişkisinin en kırılgan noktalarını gösteriyor. Belgelerle yürüyen yargı süreçlerine rağmen, partinin kendi kitlesini konsolide etme çabası, çoğu zaman dezenformasyonla gölgeleniyor. “Gerçek ne olursa olsun, anlatı bizde kalsın” anlayışı, etik çöküşün en sade ifadesi. Toplum, artık bilgiye değil, inandığı anlatıya sadakat gösteriyor.
İletişimin bu denli güçlü ve tehlikeli hale geldiği bir çağda, etik ilkeler lüks değil; varoluşsal bir zorunluluk haline gelmiştir. Algı yönetimi stratejilerinin tarihten bugüne geçirdiği evrim, bize şunu öğretiyor: Teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, hakikatin yerini alacak tek şey, daha güçlü bir kurgu olmamalı.